Çocuklarda Rezilyans
Amerikan Psikoloji Derneği‘ne (APA) göre bir tanım yaparsak, rezilyans; zorluklar, travma, trajedi, tehdit ya da ağır stres koşullarına iyi uyum sağlayabilmektir.
Zorluklar karşısında yıkılmama ve olumsuzluklar geçince eski haline dönebilme becerisidir.
Kırılmadan bükülebilme, eğilme, olay geçtikten sonra da eski şekline dönebilme kapasitesidir.
Aileler ya da eğitimcilerin ortak görüşü sıklıkla ayakları sağlam yere bassın ama aynı zamanda bağımsızlaşıp ,uçacak kanatları olsun şeklindedir.
Ailelerin çocuklarını mümkün mertebe en iyi okullara (sosyo-ekonomik durumlarına ve ülkenin koşullarına göre) göndermek için çaba göstermektedirler.
Gelecekte sağlam kişilikleri olan, statü sahibi, erdemli, güçlü ve kendinden emin bireyler yapma çabalarının yolu için yüksek bedeller ödenmektedir.
Ancak gerçekler hiç te göründüğü gibi değildir.
Çocukların problem çözme becerilerinin gelişmemesi,
kendilerine güven duygularının ve olumlu benlik algılarının,
planlama ve organizasyon becerilerinin,
zaman yönetimi, odaklanma ve psikomotor becerilerinin de
yeterli düzeyde gelişmesinin gecikmesi günümüzün en önemli sorunudur.
Doktor hanım bir vitamin mi başlasak ?hangi balık yağını kullansak gibi sorularla aileler çocuklarının daha zeki daha akademik performansları yüksek bireyler olmaları için çözümler aramaktadırlar.
Sorunlarını çözmek amacıyla vakit ve imkan tanınmayan çocuklar kendi kuşaklarından beklenen nitelikleri gösteremediği gibi giderek gerilemektedirler.
Bu durum da doğal olarak sosyal-duygusal alanda zorluk yaşamalarına, ayrıca akademik çalışmalarda da potansiyellerini performansa dönüştürürken, beklenilen başarı oranlarını gösterememelerine sebep olmaktadır.
Bir kuşağın toplumsal travmalardan (savaş, tsunami, deprem, siyasi değişimler vb.) etkilenme şekillerini mercek altına aldığımızda; bazı insanları daha güçlü kılıp devam etmelerine olanak sağlayan şeyle, bazılarını hayata küstüren ve diğerlerine karşı ilişkilerinde yıkan durumun yine aynı kavramla yani rezilyans seviyeleriyle ilgili olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Aslında bunu sağlayan gücü; yaşamın ilk yıllarında, yani ilk bebeklik dönemlerinde ve sonrasında, tıpkı yürümeyi öğrenirken defalarca düşüp kalkarak yeniden edindiğimiz ve her seferinde bir tık daha iyi olan beceri gibi düşünebiliriz.
İşin püf noktası bir bebek yürümeye başlama sürecini deneyimlerken anne-baba ve yetişkinler olarak nasıl tutum sergiliyoruz ya da duygusal bir beceri kazanırken nasıl tutum sergiliyoruz diye bakmak sanırım.
Bu durumun da anne-babalarımız tarafından nasıl sevildiğimiz ve kabul gördüğümüz ile ilgili dönem olan bebeklik ve ilk çocukluk yılları deneyimlerine dayandığını söyleyebiliriz.
Koşulsuz sevgi,
çok büyük hasara yol açmadığı sürece hata yapmaya fırsat tanınması,
cesaretlendirme,
olumlu iletişim kurma,
mükemmeliyetçiliğin getirdiği kaygılı tutumlardan uzak tavırlar sergilenmesi hassas noktalar olarak sıralanabilir.
Sadece sevmek yeterli mi?
Emin değilim.
Her ne kadar durmaksızın teknolojinin eğitimdeki öneminden,
farklılaşması son derece olağan olan geleceğin mesleklerinden ve yirmi birinci yüzyıl becerilerinden söz edilse de,
zihinsel potansiyellerinin artık geçmişe göre bambaşka bir noktada olduğunu kabul ettiğimiz çocukların, temel beceri alanlarında yaşadıkları eksiklikler tamamlanmadığı sürece,
bütünsel bir gelişimden söz edemeyiz.
Tehlike burada;
Ne kadar gelişmelere yakın olabilecekler?
Ne kadar istekliler?
Ancak en iyi yapabileceğimiz şey her istediklerini altın tepsi ile sunmamak olabilir.
Zorluklar güçlendirir.
İlk düşüşümüzden sonra düşmenin en iyi tarafının bir sonraki düşüşte bir planımız olduğunu akıldan çıkarmamamızdır.
Biz ebeveynler için de geçerli.
Esneyebilen ve de zorluklara direnebilen yeni nesillere ulaşabilmemiz dileğiyle.
Şahane bir Pazar günü diliyorum.
Dilek.
